Namıdiğer Ebu Ammar: Yaser Arafat

11 MAYIS 22 dakika, 4 saniye 22 dakika, 4 saniye.

Namıdiğer Ebu Ammar: Yaser Arafat

Filistinlilerin motivasyonu belliydi; onlar ellerinden alındığını düşündükleri yaşam hakkını ve İsrail tarafından işgal edilen toprakları geri istiyordu. Ya Batılı yandaşları ne istiyordu? 

1970’lerde Batı’nın belli başlı terör örgütleri şunlardır: Doğrudan Eylem ( Fransa), Baader Meinhof (Almanya), Kızıl Tugaylar (İtalya), Savaşan Komünist Hücreler (Belçika), Japon Kızıl Ordusu, IRA, Bask ETA, Yunan Devrimci 17 Kasım Örgütü, Quebec Özgürlük Cephesi, Kara Panterler, Hava Tahmincileri, Simbiyonez Kurtuluş Ordusu. Bunlar Latin Amerikalı çağdaşları ve Rus Nihilist öncüleri gibi çoğunlukla hâlihazırda okuyan veya mezun olmuş üniversite öğrencilerinden oluşuyordur. Altmışlar kuşağının en radikal üyeleri için, barışçıl gösteriler, işgal eylemleri, askerlik celp kâğıtlarının yakılması yeterli gelmemişti. Onların düzen ve sisteme karşı duyduğu öfke ve isyan aşkı; toplum polisine saldırma camları kırma, banka soygunları, cinayetler ve rehin almalara yol açmıştır. Avrupalı birçok terörist grubu destekleyen Doğu Alman gizli servisinin şefi Markus Wolf onların durumu şöyle özetlemiştir: “Onlar üst ve orta sınıfa mensup şımarık ve hiperaktif çocuklardı.” 

“Herbert Marcuse, Regis Debray ve Frantz Fanon gibi, eylemlerine meşruiyet sağlayan radikal filozoflardan etkilenen ve cesaret bulan altmışların radikalleri; Vietkong, M-26-7 veya Çin Kızıl Ordusu’nu taklit edeceklerini düşündüler. Ancak bunu yaparken kendi toplumlarıyla Diem’ in Güney Vietnam’ı, Batista’nın Küba’sı, Çang Kay Şek ’in Çin’i arasındaki ciddi farkları göz önüne almadılar. Veya o otoriter rejimlerle kendi yaşadıkları liberal demokrasiler arasında gerçek bir fark olmadığı yanılgısına kapıldılar. Aksine bütün kanıtların varlığına rağmen “Amerika” gibi çürüyen toplumlarda değişimin sadece şiddet uygulanan devrim yoluyla sağlanabileceğine karar verdiler.” *

Bu grupların en ünlüsü terörizmi, zekice yürütülen diploması ve akıllı basın operasyonlarıyla birleştiren Filistin Kurtuluş Örgütü idi… 

Arafat da Castro ve Rus nihilistlerine kadar uzanan diğer modern devrimciler gibi siyasetle üniversitede okurken ilgilenmeye başlamıştır. Tam adı Muhammed Abdurrauf Arafat el-Kudva el- Huseyni idir. “Yaser” takma adı olup “tasasız” veya “ kaygısız” anlamına geliyordur. Oysa bu sözcükler bu değişken, kibirli ve talepkar karakteri, Filistin mücadelesinden başka hiçbir şeye ilgi duyduğunu göstermeyen bir kişiyi asla temsil etmiyordur. Devrim davasına kendini öyle adamıştır ki, kendi ifadesiyle “tıraş olacak vakti yoktu”.

“Gerilla Savaşının” ortasında günde 15, ayda 450 dakika kaybedemezdi. En sevdiği rahatlama yöntemlerinden biri çizgi film seyretmekti. “Fare kediyi zekice yendiği için” en sevdiği çizgi filmin Tom ve Jerry olduğunu söylüyordu. Saplantısı onu sevilecek bir insan yapmıyordu ama bu özelliği onu Che, Mao ve diğer başarılı devrimcilerden, aynı şekilde iş dünyasından spora kadar değişik mesleklerde başarılı olan birçok kişiden farklı kılmıyordu.” *

Bir Filistinli yurtsever olarak Arafat’ın doğum yeri, tüccar babasının 1927’de, yani onun doğumundan iki yıl önce yeni iş imkânı yaratmak için yerleştiği Kahire’dir. Babasının annesinin ölümünden sonra evlendiği kadını hiç sevmemiştir. Küçük Arafat, 1930’larda birkaç yıl için akrabalarının yaşadığı Kudüs’e gönderilmiş, ancak kısa bir süre Kahire’ye geri dönmüştür. Önce Kral Fuad Üniversitesine, ardından Kahire Üniversitesinde girip inşaat mühendisliği okumuştur. Bir arkadaşı onun için şöyle diyordur: “Tek ilgilendiği siyasetti. Mühendislik Fakültesine çok seyrek gelirdi.”

Başlıca hedefi Filistin Öğrenci Birliği’nin başkanı olmaktır ki bunu, Müslüman Kardeşlerin desteği ile gerçekleştirmiştir. Arafat Hamas’ın kurucuları gibi İslamcı olmamakla birlikte, Core Habaş, Wadie Haddad ve 1960’lar ve 1970’lerdeki diğer Filistinli aktivistleri gibi radikal solcu da değildi. Başından itibaren Filistin’in devlet olması dışında ideolojik bir programı olmayan geleneksel bir Müslümandır. 1966’da mezun olduktan sonra Kuveyt’e gitmiştir. Diğer Filistinli çalışanlar gibi onu da petrol sayesinde yaşanan ekonomik canlanma buraya çekmiştir. Bayındırlık Bakanlığı adına kıdemsiz bir yol mühendisi olarak çalışırken 1959’da 20’ye yakın Filistinli sürgünle “ihtiyatlı bir evde” bir araya gelerek İsrail karşıtı El Fetih grubunu kurmuştur. Suriye ve Cezayir 1964’te, bu yeni örgütün birkaç yüz savaşçıyı bir araya getiren ilk eğitim kamplarını kendi topraklarında kurmasına izin vermiştir.

İsrailli yerleşimcilere karşı uygulanan terör yeni bir olgu değildir. 1936-1939 yılları arasındaki Arap İsyanı günlerinden beri yaşamın bir gerçeğidir. 1948’de kurulan İsrail, Arap fedailerin ara vermeksizin sızmalarına sahne olmuştur. Bu saldırılarda 1948-1956 arasında iki yüzden fazla İsrailli sivil pek çok asker öldürülmüştür. Bu olaylar Mısır’a karşı 1956’da savaş açılması ve sayısız küçük misillemelere sebep olmuştur. Bağımsız Filistin grupları tarafından yapılan harekâtlar, Mısır ve Suriye gibi komşu devletler tarafından üstleniliyordur. Filistinliler, ekonomik çıkarlarla fazla bölünmüştür ve kendi içlerinde güçlü olacak denli milliyetçi değildirler. Arap liderler ise Filistin davasını kullanmayı, ancak Filistinlilerin kendi adlarına söz sahibi olmamalarını istiyorlardır. Arap devlet başkanları, herhangi bir Filistinli liderin kendi otoritelerine meydan okumasını istemiyordur. 

“Arap Dünyasında Herkes Onun Kim Olduğunu Biliyor”  

Filistin Kurtuluş Örgütü 1964’te Gazze Şeridi’ni de elinde bulunduran Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın himayesinde kurulmuştur. Arafat, FKÖ ve Mısırlı patronlardan erken davranıp çoğu kimsenin El Fetih’in henüz hazır olmadığını düşündüğü 1964’te, kendi terör kampanyasını başlatma karar vermiştir. Daha o tarihte kendi simgelerini belirlemiştir: Siyah-Beyaz desenli bir kefiye, kirli sakalla kaplı bir surat, gece gündüz taktığı koyu renkli gözlük, fiili askerlik hizmeti yapmasa da giydiği zeytin yeşili üniforma ve bunları tamamlayan beline taktığı Smith-Wesson revolver. Bu simgelere en az Montgomery’nin beresi veya MacArthur’un mısır koçanından piposu kadar önem veriyordur. Gazeteci Thomas Friedman bu konuda şunları belirtmiştir: “Sadece 1.63 olan boyu, pırtlak gözleri, her zaman üç günlük olan sakalı ve koca göbeği ile Arafat insanın havalı diyemeyeceği bir görüntüye sahipti.” 

Arafat fiziki görünüşünün eksikliğini siyasi zekâsıyla fazlasıyla gidermiştir.

“Başından itibaren saldırıları makul biçimde inkâr etmesini sağlayacak kisve örgütler kurdu. Bunların ilki El Asifa (Fırtına) adlı örgüttü. Onun kaynağı altında El Fetih üyeleri 1965’in ilk günlerinde Suriye’deki üslerden çıkıp İsrail’e karşı ilk saldırıyı gerçekleştirdiler. Bu barajlara karşı başarısız olmasına rağmen tarihi başarılar kazanılmış gibi bir basın açıklaması yağmuruyla duyuruldu. Arafat ilk günlerde kaplumbağa Volkswagen arabasına atlayıp Beyrut sokaklarında “övünme dolu duyurularını” bizzat yapıyordu. Daha sonra mesajlarını iletecek dünya çapında bir propaganda aygıtı kurdu.” *

“İsrailli subaylar El Fetih’i hor görüyordu: “Onlara gerilla veya komando diyerek itibar veremeyiz… Vietkong standartlarının yanına yaklaşamıyorlar” diyorlardı. Gerçekten de Arafat ne kadar inkâr ederse etsin El Fetih gerilla değil bir terör örgütüydü. Arafat terörist etiketinin İsrail askeri cuntasının büyük bir yalanı olduğunda ısrar ediyordu. Örgütün operasyonları İsrail’i askeri açıdan yenmeyi, hatta ciddi zarar vermeyi değil kamuoyu ilgisi ve siyasi destek yaratmayı amaçlıyordur. Saldırılara başlamasıyla birlikte zengin körfez Arapları ciddi para yardımı yapmaya başladı. FKÖ dünyanın gelmiş geçmiş en zengin radikal örgütü olma yolunda hızla ilerliyordu!..” *

Arafat, FKÖ’nün sonunda milyonlarca dolara ulaşan fonlarının nereye saklandığını bilen tek insandır. Bu durum onun uzun süre ayakta kalmasını sağlayan güçlü bir kişisel iktidar aracı haline gelmiştir. Silah arkadaşları geniş biçimde yolsuzluk yapmakla suçlanırken ondan kuşku duyulmamıştır. Che Guevara gibi o da maddi konulara ilgisizdir. Yaşamının büyük bir bölümünde Rolex saati ile Smith-Wesson tabancası dışında kişisel bir eşyası olmadan göçebe bir yaşam sürmüştür. Arafat, Karameh çatışmasıyla erken bir ün kazanmıştır. Burası Ürdün’de EL Fetih’in üs olarak kullandığı bir Filistin mülteci kampıdır. İsrail’de yola yerleştirilen mayının bir okul servisini havaya uçurmasına misilleme olarak İsrail askerleri 21 Mart 1968’de kampa saldırmıştır. Beklediklerinden şiddetli bir direnişle karşılaşınca 33 asker kayıp vermişlerdir. FKÖ ise 156 ölü verirken 11 kişi de esir düşmüştür. Konvansiyonel anlamda bu çatışma zafer sayılmazdı, üstelik çatışanların çoğu İsraillilere karşı koyan Ürdün askerleriydi. Fakat Arafat bu kaybı dâhiyane bir şekilde halkla ilişkiler zaferine dönüştürmüştür. Karameh’i İsraillilerin kaybettiği ilk savaş ilan etmiştir.

 

Arafat 1968’de Times’a ilk kez kapak olduğunda dergi “Arap dünyasında herkes onun kim olduğunu biliyor” diye ilan etmiştir. 1969’da seçildiği FKÖ başkanlığını ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Yeni kavuştuğu zenginlik ve güç sayesinde Ürdün’deki üsleri devlet içinde devlet haline getirmiştir. 


“Kara Eylül”

El Fetih’ten sonra FKÖ içindeki ikinci büyük grup olan ve Arafat’ın fazla hâkim olamadığı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Eylül 1970’te kaçırdığı Western Havayolları’na ait bir uçağı Ürdün’de havaya uçurarak bir krize yol açmıştır. Arafat, FHKC’nin hava korsanlığını onaylamadığını açıklamakla birlikte, durdurmak için girişimde bulunmamıştır. Onun iki taraflı oynamasına artık tahammül edemeyen ve ülkenin kontrolünü kaybetmekten korkan Kral Hüseyin için bu kadar fazlaydı. Zırhlı araç, topçu ve hava desteğine sahip profesyonel bir kuvvet olan Ürdün Ordusu, kendini beğenmiş ama tamamen hazırlıksız ve sayıları son derece az FKÖ’lü savaşçıların işini kısa sürede bitirmiştir. En az 2000 örgüt üyesi öldürülmüştür. Arafat’ın adamlarının bazıları Ürdünlülerin acımasızlığından yılarak İsrail’e sığınmıştır. Arafat operasyon merkezini Lübnan’a taşımıştır.

Arafat bir geri dönüş sahneye koymak için 1971’de Kara Eylül adını verdiği yeni bir cephe kurmuştur. Grubun ilk kurbanı Ürdün Başbakanı Vasfi Tal, FKÖ propagandasına göre, “Filistin halkının kasaplarından biri” idi. Başbakan 1971’de Kahire’de vurularak öldürülmüştür. Kara Eylül üyeleri 1973’te, Hartum’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’nde verilen bir daveti basıp ABD büyükelçisi ve yardımcısı ile Belçikalı bir diplomatı öldürmüştür. Bu baskın FKÖ’nün ABD’yi hedef aldığı nadir olaylardan biridir.

 

Kara Eylül’ün en dikkat çeken eylemi 1972 Olimpiyat Oyunları sırasında İsrailli sporcuların rehin alınmasıdır. Bu eylem 11 Eylül 2001’den önceki dönemin en bilinen terör saldırısıdır. İsrail bu eyleme hemen Lübnan ve Suriye’deki FKÖ üslerini bombalayarak karşılık vermiştir. Aynı zamanda Başbakan Golda Meir, “Tanrı’nın Gazabı Operasyonu’nun” bir parçası olarak, istihbarat ajanlarına Kara Eylül ve FHKC üyelerini buldukları yerde öldürmeleri talimatını vermiştir.

1973’te düzenlenen “Gençlik Baharı Operasyonu”, deniz komandolarının Beyrut’un merkezine riskli baskını içeriyordur. Komutanları Ehud Barak dâhil olmak üzere Sayeret Matkal üyeleri kadın kılığına girip nöbetçileri atlatarak üç üst düzey FKÖ yöneticisini evlerinde vurmuştur. Anı esnada paraşütçüler küçük bir FHKC grubunun karargâhıyla diğer hedefleri bombalamıştır. Bir başka başarılı eylem altı yıl sonra 1979’da gerçekleştirilmiştir. Kara Eylül’ün operasyon şefi ve Arafat’ın beğendiği yöneticilerden biri olan Ali Hasan Salameh (Kızıl Prens), Beyrut’ta araba kullanırken yanından geçtiği park etmiş Volkswagen’in patlamasıyla öldürülmüştür.

 Tüm bunların yanı sıra başarısız sonuçlar da elde edilmiş, Kara Eylül’ün üç komutanı Ebu Davut 1981’de Varşova’da bir kafede on üç yerinden vurulmasına rağmen hayatta kalmıştır. Bir başka utanç verici olay Norveç’te yaşanmış, Salameh zannettikleri Faslı bir garsonu öldüren MOSSAD ekibi yakalanmıştır. Onların seçilmesini nedeni üst düzey FKÖ liderlerine göre ulaşılmalarının daha kolay olmasıdır. Arafat’ın her gün başka yerde uyuduğu söyleniyor ve büyük bir muhafız gücü tarafından korunuyordur. Ayrıca İsrail’in suikastları karşılıksız kalmamıştır. FKÖ yurtdışındaki İsraillileri kaçırıp öldürerek misilleme yapmıştır. Bunlar arasında Golda Meir’e karşı 1973’te düzenlenen başarısız suikast girişimi ve 1972’de Bangkok’taki İsrail Büyükelçiliğinin ele geçirilmesi vardır.

Arafat Kara Eylül Örgütünü 1973’te dağıttıktan sonra uluslararası terörizmden genel olarak elini çekmiştir; ancak İsrail’de ve işgal altındaki topraklarda terör eylemlerini sürdürmüştür.

FKÖ o tarihte Arap Birliği tarafından Filistin Halkının “tek meşru temsilcisi” olarak tanınırken, Arafat’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşma yapması sağlanmıştır.

“Bugün buraya elimde bir zeytin dalı ve bir özgürlük savaşçısının silahı ile geldim. Elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin”

Arafat, fetih ülkesi haline gelen Lübnan’da muazzam bir iş ağının, yarı hükümet gibi bakanlıklar, mahkemeler ve okulların yanı sıra Baader, Meinhof gibi yabancı teröristlere ev sahipliği yapan eğitim tesislerinin tepesinde bulunmuştur. Bunlara ilaveten 15.000 askerden oluşan yarı nizami Filistin Kurtuluş Ordusu’nu kurmuştur. Bu silahlı Filistinlilerin varlığı, Lübnan’da siyasetin hassas dengesini bozarak 1975’te başlayıp çeşitli aralıklarla 1990’a kadar süren iç savaşı tetiklemiştir. Çatışmalar 100.000’den fazla insanın ölümüne ve bir zamanlar doğunun Paris’i olarak bilinen Beyrut’un büyük kesiminin tamamen harap olmasına yol açmıştır. FKÖ ayrıca Lübnan’daki barınaklardan İsrail’e baskınlar ve misilleme saldırıları yapmıştır. Bunlardan en bilineni 1978’te “Sahil Yolu Katliamı” olmuştur. 11 El Fetih üyesi lastik botlarla İsrail’e çıkıp bir otobüsü kaçırmıştır. İsrail güvenlik kuvvetleriyle girilen çatışma sonucu 35 yolcu ölürken 71’i yaralanmıştır. Üç gün sonra İsrail Ordusu Lübnan’ı işgal ederek sınır boyunca Hristiyan milislerin gözetiminde bir güvenlik kuşağı oluşturmuştur. Buna rağmen FKÖ baskınları devam edince İsrail, Haziran 1982’de Lübnan’ı kapsamlı bir şekilde istila edip Beyrut’u on hafta boyunca kuşatmıştır. Bu eylem Yahudi Devleti’nin bütün dünyada kınanmasına yol açmıştır. O andan itibaren dünyada İsrail’e yönelik algı değişmeye başlamıştır.

İsrail askerlerinin gözetimindeki Sabra ve Şatila kamplarında Filistin mültecileri katledilince bu dönüşüm hız kazanmış ve Yahudi Devleti’nin dünyadaki konumu üzerinde ciddi yansımaları olmuştur. İsrail çok geçmeden Lübnan’da kapana kısıldığını hissetmiştir. Yeni kurulan Hizbullah (Allah’ın Partisi) tarafından askerlerine durmadan gerilla saldırıları yapılmıştır. Yine de bu durum FKÖ’yü rahatlatmamıştır ve askeri açıdan yetersizliğini bütün dünya bir kez daha görmüştür. Arafat başka seçeneği kalmayınca Ağustos 1982’de Amerikan planı uyarınca FKÖ karargâhını tahliye edip 2400 kilometre ötedeki Tunus’a taşımıştır.

Gençliğinden beri “yaşlı adam” diye bilinen Arafat şans eseri bir kez daha canlanma fırsatı bulmuştur. Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinli gençler Aralık 1987’de İsrail işgal kuvvetleriyle çatışmaya başlamıştır. İntifada FKÖ tarafından planlanmamıştır. Bu hareket gücünü terörizmden değil; boykotlar, grevler ve gösterilerden alıyordur. Eylemciler silahtan vazgeçip yerine, taş, bıçak ve Molotof kokteyli kullanmıştır. Bu tam anlamıyla Gandi tarzı şiddete başvurmayan bir direniş olmamakla birlikte FKÖ’nün eski tarzı gibi İsrailli sivillerin kasıtlı biçimde katledilmesini de içermiyordur.

 “İsrail güvenlik kuvvetleri şaşırmıştı, nasıl bir tepki vereceğini bilemiyorlardı. Savunma Bakanlığı’nın resmi tarihçilerinden biri, “Hazırlıksız yakalanmıştık” diye yazıyordu. Uluslararası camianın gözleri amansız biçimde üzerlerindeyken, liberal bir demokrasinin askerleri olarak, Çin Hükümetinin 1989’da yaptığı gibi göstericileri ezmek için tankları üstlerine süremezlerdi. Bazen, özellikle başlangıçta, büyük gruplarla karşı karşıya gelen küçük İsrailli birimler gerçek mermi kullanıyordu. Zaman geçtikçe cop, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi gibi çeşitli alternatifler kullanmaya başladı. Güvenlik güçleri ayrıca sorun çıkaranları dövüyor, sınır dışı ediyor ve hepsinden önemlisi hapse atıyordu. Bunların bir kısmına sorgu sırasında işkence yapıyorlardı. İntifada ilk yılında tutuklanan Filistinlilerin sayısı 18.000’i bulmuştu. Ayrıca 1987’den 1990’a kadar İsrail Güvenlik Kuvvetleri 600 Filistinliyi öldürürken, 100 İsrailli de Filistinliler tarafından öldürüldü.” *

Medyadaki haberlerde hep yüzleri maskeyle örtülü taş atan Filistinli çocuklar ve karşılarında ağır silahlar kuşanmış, tehlikeli görünen İsrailli asker ve polisler vardır. FKÖ liderliği, gösterileri başlatmadığı halde dünya kamuoyuna yayma konusunda kurnaz bir halkla ilişkiler politikası izlemiştir. 20.yüzyılın başlarında gerilla savaşının nispeten küçük bir kısmını oluşturan “anlatım savaşı” anlık olayların gidişini belirlemede gerçek bir çatışmadan daha önemli hale gelmiştir. İsrail Savunma Kuvvetleri konvansiyonel çatışmada üstün başarı gösterirken bu yeni savaş arenasında o kadar becerikli değildir. İntifadanın sonunda İsrail halkının büyük bir kısmı işgalin aleyhine dönmüş ve ilk kez Filistin Devleti’nin tanınmasını istemeye başlamıştır. Filistinlilere dünyada duyulan sempati de artmıştır. Kendi açısından daha eyyamcı bir zihniyete sahip olan Arafat, 1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalini desteklemekle vahim bir hata yapmıştır. Bu karar, FKÖ’nün Körfezden gelen parasının büyük bir kısmını kaybetmesine yol açacak kadar mali bir krize neden olmuştur.

“Böylece Oslo Barış Süreci’nin yolu açılmıştı. Arafat ve İsrail Başbakanı olarak İzak Rabin’in 1993’te imzaladığı antlaşmaya göre İsrail’in tanınması karşılığında, Filistin Ulusal Yönetimi’nin kurulması kabul edildi. Antlaşma bu yönetime, Batı Şeria ve Gazze şeridi üzerinde kısıtlı ancak giderek artan yetki veriyordu.”*

Yaser Arafat, Filistin topraklarına neredeyse otuz yıldır ayak basmamış, bir yaşam boyu sürgün, 1994’te Nobel Barış Ödülü’nü İsrail başbakanıyla birlikte kazanan biri ve “ yarı devletin” dünyada tanınmış lideri olarak yurduna geri dönmüştür. Uzun ömrünün en unutulmaz anlarından biri, Gazze şehrinde kırmızı, yeşil, siyah ve beyaz renkli Filistin bayrakları sallayan on binlerce Filistinli tarafından coşkuyla karşılanmasıdır. 

Bir yere kök salamamış bu devrimci, 1990’da Süha Tavil ile evlenmiş ve bir yıl sonra bir kız çocuğu babası olmuştur. Eşinin lüks yaşantısını ve FKÖ’nün kadroları arasında yolsuzluğun yaygın hale geldiğini gören halkın öfkesi artmıştır. Arafat sadece kendi halkını hayal kırıklığına uğratmamıştır. Rabin, onun Filistinli militanları bastırmada İsrail kuvvetlerinden daha etkili olacağını düşünmüştür, buna karşın beklediği gibi olamamıştır. Arafat bazen teröristleri yakalamış bazen de iş birliği yapmıştır. 1990’da İsrail’de ilk kez intihar bombacıları görülmüş, 1993-2000 arasında otuzdan fazla vaka yaşanmıştır. Bu saldırılar Hamas ve İslami Cihat örgütleri tarafından düzenlenmekle birlikte, Arafat ne onların üzerinde etkili olabilmiştir ne de bunun için bir çaba harcamıştır.

2000 yılında Camp David’de yapılan görüşmelerde Başbakan Ehud Barak, Arafat’a nihai bir statü önermiştir. Buna göre Doğu Kudüs, Batı Şeria’nın yüzde 90’ı ve Gazze Şeridi’nin tamamı Filistin’e devredilecektir. Fakat Arafat kendisini saygın “özgürlük savaşçısı” konumundan, küçük ve yoksul bir ülkenin lideri konumuna indirgeyecek bu antlaşmayı imzalamayıp İkinci İntifadayı başlatmış ya da buna engel olamamıştır.

“El Aksa İntifadası”

“İsrail’in başlangıçtaki tepkisi Birinci İntifada ’da olduğu gibi kısıtlı ve şaşkınlık doluydu. Üst düzey bir istihbarat yetkilisi, “Bir tür ümitsiz durumdaydık” diye itiraf etmişti. 1990’larda Batı Şeria’nın şehirleri Filistin Ulusal Yönetimi’ne verildiğinden, buralar teröristler için güvenli yerler haline gelmişti. Ve İsrailli yetkililer buralara girmeye hiç de istekli değillerdi. Fakat İsrail’in sabrı Mart 2002’de taştı. O ay içinde 17 saldırıda 135 İsrailli öldü. Buna Hamursuz Bayramı sırasında 30’dan fazla kişinin öldürülmesi de dâhildi. Bir general “Durumun eskisi gibi devam edemeyeceği açıktı.” diye yazdı.” *

29 Mart 2002’de başlayan “Savunma Kalkanı Operasyonu” şaşırtıcı biçimde sorunsuz yürümüştür. Şiddetli çatışmaların yaşandığı tek şehir Cenin olmuştur. Filistinli savaşçılar, Lübnan’da olduğu gibi burada da profesyonel bir orduya karşı dişe diş bir mücadele yapamamıştır. Arafat’ta 2002’de Ramallah’taki karargâhında İsrail’in D-9 zırhlı buldozerleri tarafından sıkıştırılmış ve binanın duvarları yıkılmıştır. 2004’te 75 yaşında öldüğünde artık eski itibarı yoktur. Bu direniş liderinin uzun mücadelesi felaket benzeri bir sonla noktalanmıştır.

Arafat’ın planlamadığı Birinci İntifada, İsrail halkını ikiye bölmüştür. Arafat’ın eseri olan ikinciyse, İsrail toplumunu bir yumruk gibi birleştirmiştir. Böylece İsrail Savunma Kuvvetleri etkileyici bir zafer kazanmak için gereken desteği bulmuştur. İsrail’de 2002’de 53 intihar saldırı olurken 2007’de sadece bir tane gerçekleşmiştir. Terör tehdidi azalınca İSK bazı kontrol noktalarını kaldırmış ve dolayısıyla Filistinlilerin yaşamını kolaylaştırmıştır. İkinci İntifadanın başlamasından 10 yıl sonra, 2011’de bile İSK terör zanlılarını yakalamak amacıyla Batı Şeria’da yine gece operasyonları yapmıştır. Arafat’ın hayatını adadığı gerçek anlamda hükümran bir Filistin Devleti’nin kurulması her zamanki gibi uzak bir olasılık olarak görülmüştür.

 “Filistin mücadelesinden başka hiçbir şeye ilgi duymam”

“1956’ten 2004’ kadar Arafat’ın silahlı mücadelesinin uzun geçmişine bakıldığında terörizmin işe yarayıp yaramadığını söylemek zordur. Terör saldırıları elbette Arafat ve FKÖ’yü haritaya yerleştirmiştir. Bu saldırılar olamasa ne hareket ne de lideri dünya çapında tanınırdı. Bu saldırılar ayrıca İsrail’in tepki vermesine neden olarak, o zamana kadar kayıtsız olan Filistin halkının radikal hale gelmesini, daha önce yoksun olduğu ulusal kimliğinin yükselmesini sağlamıştır. Ürdün’de 1982’de Lübnan’da, 2002’de Batı Şeria ve Gazze’de Arafat’ın terörizme başvurması büyük ölçüde ters tepmiş ve devlet olma hedefine ulaşmayı geciktirmiştir.

Arafat en azından siyasi yaşamının başlangıcında sürekli saldırılar yaparak, Fransızların Cezayir’den, Amerikalıların Güney Vietnam’dan püskürtülmesi gibi Yahudilerin, Filistinlilerin hükümranlığını tanımaya mecbur kalabileceklerine inanıyordu. Hem Cezayir’i hem Vietnam’ı ziyaret etmişti. FLN ve Vietkong onu derinden etkilemişti. Bu bakış açısı hayati bir farkı gözden kaçırıyordu. Fransızlar ve Amerikalılar ulusal çapta intihar etmeden, uzak bölgelerdeki o savaşları bırakabilirdi. Oysa İsrail açısından teslim olmak yeni bir yok olma demekti.” *

Sonuçta Filistin terör örgütünün en büyük kurbanları bizzat Filistinliler olmuştur. Sadece İkinci İntifada ‘da 3200’den fazla insan ölmüştür ve devlet kurma hakkı kazanılamamıştır.


Kaynakça:

Kızıl Gömlekliler / Osman Pamukoğlu



Yaser Arafat'ın BM konuşması: