İstemez Teyzesi

01 ARALIK 7 dakika, 33 saniye 7 dakika, 33 saniye.


Zaman zaman dalar gideriz eski günlere. Çocukluk anılarımız canlanır. Hatırladıklarımız kimi zaman yüzümüzde tatlı bir tebessüm bırakır, kimi zaman da yürekte buruk bir acı. Geride nice anılar bırakıp giden tatlı insanlar, kaybolan güzellikler ve pek çoğumuzun şikayet ettiği değişip giden dünya…

Bir de travmalar vardır, çocukluğumuzda yaşadığımız ama etkisinden yıllar geçse de kurtulamadığımız. Benim travma listemin başında, yazının sonuna doğru anlatacağım “ istemez teyzesi” travması vardır. Eminim pek çoğunuz bu satırları okuduğunuzda benimle aynı duyguları paylaşacak belki de yıllardır içinizde sakladığınız bu travmayı dışa vuracaksınız.

Önce televizyon, sonra da internet kısaca teknoloji insanları kendine esir etmezden önceki zamanlarda misafirlik diye bir kavram vardı. Bugün özellikle büyük şehirlerde yok olmaya yüz tutan, dahası insanlar için korkutucu, çekinilesi bir hale gelen bir kavramdır bu. Misafirlik kavramının alt başlıklarından birisi de komşuluk kavramıdır. Bunlar. özellikle günümüz gençlerinin yabancısı oldu kavramlardır. Karşı dairesinde oturan aileyi tanımadan yetişen bir gençlikten bahsediyorum. Öyle ki; televizyonda Perihan Abla, Süper Baba” gibi mahalle ve komşuluk kavramları üzerine kurulu sıcak dizileri seyredip “ Vay be! Ne kurgu yapmış adamlar, bu neyin kafası acaba?” diye düşünebiliyorlar. Tabii ki abartıyorum ama ne yazık ki işin özü bu.

Ben; komşuluk, misafirlik kavramlarını -en azından büyük şehirler için söyleyebilirim- bütün keyfiyle yaşayan son nesillerden birine mensubum. Özellikle komşuluğun benim hayatımdaki yeri apayrıdır. Bizim her zaman müthiş komşularımız oldu. Öyle ki kimilerine Anneanne ve dede diye hitap ettim, onlar da beni ilk torunları kabul ettiler. Canım sıkıldıkça birilerinin kapısını çalar “ben misafirliğe geldim” ya da “ ben 66 oynamaya “ geldim der kocaman adam edalarıyla içeri girerdim. Sebahat anneannede dımdım (mandolin) çalmak, Nuriye Hanım Teyzeyle 66 oynamak, Emel Teyzelerde Cuma geceleri av eti yemek ya da Levent ve Mehmet ağabeyleri basketbol oynarken izleyip heyecanlanmak ve tabii ki Yavuzla uzun saatler lego oynamak… Hatırladıkça içimi ısıtan doyumsuz anılar. Aidatı toplamaya gelen apartman yöneticisinden başka hiçbir komşuyu tanımadığımız bugünlere ne ara geldik anlamak güç.

Bu duygu dolu satırları okuyanlar sanmasın ki ben bir sevgi kelebeği tadında her eve konar, gittiğim her yerde mutlu olurdum. Asla!! Benim misafirlik kavramına bakışım kendimi bildim bileli değişken olmuştur. Benim için iki tip misafirlik vardı. Çok sevdiğim misafirlikler ve hiç sevmediğim misafirlikler. Bir misafirliği çok sevmem için gerekli şartlar vardı. Mesela öncelikle yukarıda saydığım insanların evine gitmeye bayılıyordum. Gittiğim başka evlerde mutlaka ya yaşıtım ya da en azından benden büyük bile olsa bir çocuğun olması gerekiyordu. Evde hangi yaştan olursa olsun bir çocuğun olması o evde oyuncak olduğu anlamına gelirdi. Oyuncaklı evlere gittiğimde mutlaka makul bir süre beklerdim. Bu süre ortalama yarım saatti. Daha sonra tepki çekmeyecek ama dikkat çekecek bir tonda “ anne ben sıkıldım “ demeye başlardım. Bu “teyzeciğim hadi getir şu oyuncakları “ anlamına gelirdi ve tabii ki annem de ev sahibi teyze de bunu bilirler beni de fazla üzmeden o oyuncak her ne ise getirirler ben de büyük bir keyifle oynamaya başlardım Ev sahibi teyzenin “ aman evladım kırmadan oyna e mi? Bu bilmem kim abinin çok sevdiği bir oyuncak” demesi bile o an keyfimi kaçırmazdı. Evin çocuğu benim yaşlarımda ve erkek ise o evin tadına doyulmazdı. Hatta akşam olup da eve gitme vakti geldiğinde “ anne nooolur biraz daha kalalım” diye yalvarırdım. Bazen de evin ben yaşlarda kızı olurdu. Erkek çocukla olduğu kadar eğlenceli olmasa da kız çocuklu evlerinde cazibeli yanları yok değildi. İlk dakikalar biraz çekingenlik yaşansa da günün ilerleyen saatinde evcilik ve ya doktorculuk oynamak suretiyle kızla yakınlaşılır küçük yaramazlıklar yapılırdı.

Gece gidilen misafirlikler en keyifli olanlardandı çünkü genellikle yemeğe gidilirdi. Böylesi yemekli davetlerde mutlaka dişime göre yemekler yapılırdı. Kimse tutup da pırasa lahana ıspanak yapmazdı misafirlerine. Ya et yemekleri olurdu ya da mantı börek vs… ve mutlaka çayın yanın da pasta ya da tatlı. O yaşta bir çocuk için daha cazip ne olabilirdi ki?

Misafirlikte çayın yanında ikram edilen kek çörek börek pasta benim yazının başında bahsettiğim “İstemez teyzesi” travmamın temelini oluşturur. Düşünsenize; o kadar zaman kocaman kadınların arasında oturup sıkıntıdan patlamışım. Ne konuşacak ne oynayacak kimse var, vakit geçmek bilmiyor, televizyon yok, oyalanacak bir şey yok. O an için beni hayata bağlayan tek şey, mis gibi kokan börek ve pastaların hayali. Bir an önce servis başlasa da şu çekilmez gün en azından bir nebze çekilir hale gelsin diyorum içimden. Ve sonunda o an geliyor. Ev sahibi teyze elinde tabak, tabakta bir iki parça börek çörek yanında da paşa çayı kapıda görünüyor. Tabaktaki yiyecek miktarı ilk anda biraz can sıkıcı olsa da nasılsa devamı vardır diyerek tabağa dalıyorum ve bir çırpıda tabağı temizliyorum. Tabağın boşalmasıyla beklediğim teklif geliyor. “Biraz daha ister misin yavrum?”. Tabii ki isterim. Zaten o an orada olma sebebim o kekler ve börekler. Ama bilin bakalım ne oluyor? Tabii ki annemin otoriter sesi duyuluyor. Sanki annem değil de vicdanım dile geliyor. Sanki teyzeyle konuşurmuş gibi yapıp doğrudan bana talimatı veriyor “İstemez teyzesi !” yani “ Daha fazla yiyemezsin Cemal! ” O an dünya başıma yıkılıyor. Hele bir de yanımda başka çocuklar varsa işte o anda durum travmatik bir hal alıyor çünkü diğer çocukların anneleri, teyzeyle onların ağzından konuşmuyorlar.

Şimdi de biraz sevmediğim misafirlikten bahsedeyim. Bu tür misafirlikler genellikle hiç çocuğu olmamış teyzelerin evine yapılanlardı. Bu evler genellikle bir çocuğun içeride koşturup oynaması için uygun olmazdı. Her tarafta kırılacak eşyalar biblolar kristaller olurdu. Evde çocuk olmadığından ne bir oyuncak ne de bir çocuk kitabı olurdu. Koltuklar genellikle son derece gösterişli ama bir o kadar da rahatsız olurdu. Öyle evlerde annem ev sahibinden de daha huzursuz olurdu. Beni bir köşeye oturturlar, biblo gibi saatlerce yerimden kalkmadan otururdum, en azından benden beklenen oydu. Biraz kıpırdanmaya, mızıldanmaya başladığımda annemin o meşhur kan donduran bakışlarına maruz kalırdım ki öyle bir durumda tuvalete gitmeye bile cesaret edemezdim. Bu teyzelerin ikramları da zayıf olurdu. Her zaman ki gibi ortadaki sehpanın kenarına kıvrılıp çayımı içip tatsız tuzsuz kekleri yerken bir yandan da “ Aman evladım çayını dökmeden iç” “Oğlum yanaşsana sehpaya, bak dökeceksin kırıntıları yere.” benzeri talimatlarına uymaya çalışırdım.

Bu döneme ait hatırladığım en can sıkıcı şeylerden birisi de kolonyacı teyzelerdi. Hiç sevmediğim bir adettir kolonya tutulması. Ne zaman birilerine oturmaya gitsek teyzeler ya da onların evlilik çağına gelmiş hamarat kızları ellerinde kolonya şişesiyle başımıza dikilirdi. Uzatılan kolonyayı reddetmek gibi bir şansınız da olmazdı. Israr başlar, Allah’ın adı verilir ama o kolonya mutlaka dökülürdü. Israra rağmen hayır derseniz bu sefer de sanki kolonyanın imalatçısı kendileriymiş gibi alınırlardı. Bir anda ortalığı keskin bir limon kokusu sarardı. Hele ki evin sahibi biraz dini bütün biriyse durum daha da vahim olurdu. O zaman da limon kokusunun yerini gül suyu kokusu kaplardı ki bu limon kokusundan da beterdi benim için. Büyükler yine şanslıydı. Öyle ya da böyle bir şekilde kolonyadan kurtulma şansları vardı ama biz çocuklar için öyle bir ihtimal yoktu. Kolonya istemediğimizi söylediğimiz anda o kolonya avucumuza değil kafamızdan aşağı boşaltılırdı. Deli olurdum o an sinirden. Kafamın üşümesine mi yanayım, kafamı her oynattığımda hiç sevmediğim kolonya kokusunun buram buram burnuma dolmasına mı yanayım bilemezdim. O günden beri ne zaman birileri yanımda kolonya sürse o şişeyi kırasım gelir..

ATA CAN

Ah mazi dedirttin sabah sabah... kalemine sağlık.

02 ARA 2020 Cemal Gürlek

HASAN ÇAĞLAR

:)) Çok iyiydi kendi çocukluğumu hatırladım. Büyük oranda benzer travmalara maruz kalanlardanım.

01 ARA 2020 Cemal Gürlek

CEMAL GÜRLEK

Çok teşekkür ederim. Bazı şeyler değişmiyor... zamandan mekandan bağımsız

01 ARA 2020 Cemal Gürlek

NIL TUNCER

Geçmişe yolculuk yaptim...keyifliydi ;)

01 ARA 2020 Cemal Gürlek

CEMAL GÜRLEK

Çok tesekkur ederim ????????????????

01 ARA 2020