Işığını Kendin Yarat

10 MART 6 dakika, 40 saniye 6 dakika, 40 saniye.

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi. Önce taksi durduran yaşlı adamı, sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri, daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı, soğan satan kamyoneti, dükkanının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü… Ellerini ayaklarına götürdü; yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı… “Düşlediğim dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?..” Diye geçirdi içinden. Saatine baktı, dokuz buçuk olmuştu.




 Birden soğan satan kamyonetin arkasında onu gördü. Kızıl saçları güneş ışığıyla sanki alev alev parlıyor, önündeki tuvalde bir yeri resmediyordu. Birden merak etti ve annesine seslendi.


Annesi kahvaltı için her zamanki gibi erken kalkmış, çayı koyuyordu. 


– Anne, anne... Buraya gel lütfen, anne, anne...


Kızının kendisine seslendiğini duyan anne, endişeyle küçük kızın odasına koştu. Küçük kız, sandalyesinde oturmuş geniş pencereli camdan dışarıyı seyrediyordu. Annesinin geldiğini gören küçük kız, onu sokağın karşısına götürmesini istedi. Annesi: "Ne var sokağın karşısında?"


Küçük kız: "Anne, şu karşıdaki tuvale resim yapan kızıl saçlı kadını görüyor musun? Beni onun yanına götür lütfen" 


Annesi resim yapan kadını görünce: "Kızım kahvaltıdan sonra gitsek olmaz mı? Çayı şimdi koydum, yarım saate kadar kahvaltı hazır olur.


"Anneciğim lütfen, lütfen, lütfen" 


Annesi dayanamadı kızının bu isteğine. 


"Tamam, üstüne giyecek bir şeyler vereyim, çıkalım."


Küçük kızın heyecandan yanakları al al olmuştu. Annesi onu aşağı indirdi ve kadının yanına gittiler. Resim yapan kadının eskizlerini görünce, küçük kızın gözleri parladı. Hemen yanına sokuldu.


"Günaydın"


Kadın, küçük kızın olduğu yöne döndü. "Merhaba, günaydın"


Fakat küçük kız, kadının yüzünü gördüğünde annesine bakarak şaşkınlığını gizleyemedi, annesi de öyle. Bir an ne söyleyeceklerini bilemeyen anne-kız, kadının kör olduğunu farkedince; kör birinin bu resimleri nasıl yaptığına akıl sır erdiremedi. Suskunluğu bozan, kör kadın olmuştu... "Biliyorum, şuan nasıl bir surat ifadesi içerisindesiniz, tahmin edebiliyorum. Hatta içinizden geçirdiğiniz soruları da duyar gibiyim: 'Nasıl olur da, kör biri bu resimleri yapabilir?' Değil mi?


Küçük kız ve annesi, hâlâ şokun etkisinden çıkamamış, dut yemiş bülbüle dönmüştü. 


Annesi lafa girdi.


"Şey, biz böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünemedik. Nasıl oluyor da böyle güzel resimleri gözleriniz görmeden resmedebiliyorsunuz?"


Kadın tuvale fırça darbeleri atarak devam etti: "Ben doğuştan kör değilim. Çivit mavisini, cam göbeğini, fuşyayı, çingene pembesini dahi bilirim. Küçük bir kaza sonucu gözlerimi kaybettim ama bu beni yıldırmadı."


Arkasına dönüp onlara, yaptığı resimlerde renkleri nasıl ayırt ettiğini anlatacakken küçük kız heyecanla "Ben de resim yapmak istiyorum, ben de, ben de" Diyerek annesinin elini sıktı. Küçük kızın bu isteğini duyan kadın: "Neden olmasın, ben haftada üç gün burada resim yapıyorum, sen de gel, beraber yapalım." Diyerek küçük kıza nezaket gösterdi. Fakat, küçük kızın ayaklarından engelli olduğunu bilmiyordu. Annesi, kadının bu teklifine sıcak bakmıştı ancak; bir yandan da kızını kimin getirebileceğini düşünüyordu. Çünkü Begüm, doğuştan felçliydi, ayakları üstünde hiç yürümemiş ve annesi evin masrafları için çalışıyordu. Babası da tır şoförü olduğu için bazen haftalarca eve uğrayamıyordu. Begüm'ün annesi derin bir iç çekerek: "Çok isterdik ama maalesef Begüm gelemez. Çünkü ben çalışıyorum ve Begüm tek başına dışarı çıkamaz." Dedi. 


Begüm'ün sevinci kısa sürmüştü. 


Kadın, "Merak etmeyin, ben de burada kalıyorum. Daha doğrusu; kız kardeşimin yanına taşındım, ayakkabı tamircisinin üstündeki ailemden bize kalan evde. Ben burada büyüdüm, bu sokakta. Bu yüzden burayı çok iyi bilirim. Bu arada adım Tuğba, kız kardeşim de Tuana."


"Ben de Serap, küçük kızım da Begüm.


Memnun olduk."


"Ben de memnun oldum." 


"Özellikle Begüm daha çok memnun oldu. Öyle değil mi Begüm?"


"Evet ben de memnun oldum Tuğba abla ama..."


Begüm yine başını öne eğdi ve morali bozuldu.


"Biliyorum annen başına bir şey gelmesinden korkuyor, haklı da!"


Serap, Tuğba'nın Begüm'ün hâlini görmemesinden ötürü lafa girdi...


"Begüm felçli... Yürüyemiyor...


Tuğba bunu duyunca...


"Olamaz, çok afedersin küçüğüm, ben bilmiyordum felçli olduğunu, seni kırmak istemedim. Sen ve ben benzer yaşamlara sahibiz. Asla ve asla pes etme. Serap hanım, Begüm çok özel biri. Ne ben, ne de Begüm engelli değil. Engelleri biz kendi kafanızda yaratıyoruz. Bakın, ben bu gördüğünüz sokakta oynarken kör oldum. Daha sonra tedavi için yurtdışına çıktım. Fakat maalesef iki gözümü de kaybettim, kurtaramadık. Çocuk yaştan beri resim yapan ben, şu önümde duran tuvale tutundum. Karanlık dünyam hayal gücümle rengarenk oldu. Bana yaşam gücü verdi. Belki Begüm'ün de buna ihtiyacı vardır."


Begüm Tuğba'yı dinlerken tekrar heyecanlandı. Serap ise... "Peki nasıl yapacağız? Begüm'ün mutlu olmasını ondan daha çok ben isterim."


Annesinin sözlerini duyan Begüm


"Tuğba abla bize gelsin, bizim evde yaparız resimleri. O sokağı çizer ben de kendi resimlerimi yaparım olmaz mı? Zaten evde sıkılıyorum. Arkadaşım da yok. Ben onun gözü olurum, o da benim ayağım. Zaten arabam akülü, o da arabamdan tutar, hiçbir şey olmaz. Lütfen anne, lütfen, lütfen, lütfen..."


Serap bir süre sessiz kaldı, düşündü, taşındı...


"Bir şartla...Eğer bundan sonra, suratını asıp, başını öne eğersen, olmaz. Anlaştık mı?"


Tamam anneciğim, söz veriyorum, bir daha suratımı aşmayacağım. Seni çok seviyorum, Tuğba ablayı da, her gün sabah dükkanının kepenklerini gürültülü bir şekilde açan ayakkabıcı amcayı bile çok seviyorum. Yaşamayı çok seviyorum. Bu dünyayı çok seviyorum. Teşekkür ederim anneciğim.




Serap, Tuğba'dan kız kardeşine haber vermesini istedi ve kahvaltıya beklediklerini söyledi. Begüm, Serap, Tuğba ve Tuğba'nın kız kardeşi, birlikte kahvaltı yaptılar, tanıştılar, arkadaş oldular. Yıllar sonra Begüm bu hikayeyi ilk sergisinin açılış konuşmasında Tuğba'ya ve annesine atfetti ve şöyle söyledi: "Eğer Tuğba olmasaydı; ben, pencerenin gerisinden düşlediğim dünyanın bu kadar mucizevî bir yer olduğunu bilemeyecektim. Bu yüzden merak ettim ve öğrenmek istedim. Eğer annem, bu kararlılığımı ve merakımı farketmeseydi; ne Tuğba ile tanışmama, ne de benim bu yeteneğimin gelişmesine imkan olmayacaktı. Ayaklarımı hissetmemem hiçbir şeye engel değil, Tuğba'nın görmemesi de hiçbir şeye engel değil. Yeterki isteyin. Teşekkür ederim....