İÇ ÇEKİŞ

16 ŞUBAT 2 dakika, 52 saniye 2 dakika, 52 saniye.

Sabah gözünü açtığında gün yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Yatağında sırt üstü uzanırken bugün hiçbir şey yapmak istemediğini fark etti. Bu ona göre değildi, tembellik eden bir insan olmamıştı hiç. Her zaman vaktinden önce kalkardı ama bugün diğer günlerden farklı hissediyordu. Kendine bu sorunun cevabını sormadı, neden farklı hissettiğinin üstüne düşünmemeye çalıştı. Hep böyle yapardı. Ne zaman bir şey olsa o şey olmamış sayar, böylece her şeyin eskiye döneceğini düşünürdü. Hayat ona o sert darbeyi vurduğunda gerçeklerin böyle olmadığını görmüştü aslında. Kalbindeki derin sızıyı hissetti, kimsesizliğinin ağırlığı çökmüştü yine omuzlarına. Sabah uyandığında birine günaydın diyememek ne zordu, beraber bir film izleyememek kimseyle, gözleri yaşarana kadar gülememek, ağlayamamak kimsenin omuzunda... Yardım et ben bunun üstesinden gelemiyorum, haydi tut elimden çıkar bu kuyudan diyememek... Akşam başını koyup birinin dizine gününün nasıl geçtiğini anlatamamak...

Hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Ben bu acıyla başa çıkmayı beceremedim, olmuyor bu yara hep çok taze, durduramadım kanamasını diyebilmek istiyordu.

Peki acı gerçekten zamanla geçer miydi, yoksa biz onunla yaşamayı mı öğrenirdik? Peki neden bu ikisini de becerememişti. Zaman yetmiyordu artık acılarını sarmaya ve bu acılarla yaşamayı da öğrenememişti. İzin vermiyordu ki yaranın kapanmasına. Yara kurumaya, kabuk tutmaya başlar başlamaz kazıyordu tırnaklarıyla, daha da derin bir yara açarak hem de. Sanki yaranın iyileşmesine izin vermemesi gerekiyordu, içindeki ses ona sürekli bunu söylüyordu. Kafasındaki sesleri susturmanın bir yolunu bulsa hayat belki çok daha kolay olacaktı. Ama insan kendini nasıl susturabilirdi ki? 

                                                               ***

Dünya ne garip bir yerdi. Tercihlerimizin, beklentilerimizin, isteklerimizin, hayallerimizin hiçbir önemi yoktu. Başımıza hiç beklemediğimiz bir anda bir iş gelebiliyordu ve bu kurduğumuzu sandığımız tüm dengeyi alt üst ediyordu. Buna kader denebilir mi bilemiyorum, hayatın düzeni diyebilirim belki ama kader çok iddialı ve teslim olunmuş. 

Peki her şeye rağmen neden teslim olmuyorduk? Neden tamam bu düzen nasıl istiyorsa her şey öyle olsun demiyorduk, diyemiyorduk? Sanırım umuttan, evet içimizdeki asla bitmeyen\bitmeyecek olan bu duygudan. Her ne kadar itiraf etmesi zor olsa da her ne kadar dibe battığımıza inansak da içimizdeki umudu öldüremiyoruz. Bir kurtarıcı belki, yeni bir yol, yeni bir kapı... Ne olduğunu tam tarif edemediğim ve varlığını ispat edemediğim bu duygunun adı kesinlikle umuttu. Ben de böyleydim işte. Çünkü ben de herkes gibiydim ne kadar farklı görünsem de ne kadar kabul etmesem de içimde bir yerlerde hala güzel şeylerin olabileceğine olan umudunu kaybetmemiştim. 

Bunu kabul edecek miydim ya da ne kadar sürecekti kabul etmem bilmiyordum ama bu duygu önünde sonunda beni ele geçirecekti, hissediyordum... Müthiş bir heyecan ve korku ile hem de. 

CEREN ŞENTÜRK

Harika, duygularıma, hislerime tercüman oldunuz adeta. Önce yüreğinize sonra kaleminize sağlık! :)

24 NİS 2021