Fotoğraf Hikayeleri - 6 (Masada Bir Gece)

01 EYLÜL 5 dakika, 41 saniye 5 dakika, 41 saniye.

Viski bardağı, bira bardağı, şarap bardağı, kokteyl bardağı.. İçilen her şeyin şeklini aldığı kendine has bir partneri var. Ve bazı akşamlar içtiğim her şeyde zihnim dönüp dolaşıp senden geçiyor ama bir türlü şeklini almıyordu. İpek yolu gibi, Köfteci Yusuf, Afyon Kolaylı tesisleri, Susurlukta'ki o lokanta gibi. Uğramadan geçilemeyen bir mola yerisin çoğu zaman. Kim han kim hancı sorma şimdi masa kalabalık ve çocukların kafası senden daha güzel.

- Kopma şef!

- Burdayım burdayım! Evet HDP ve İYİ parti süper lige mi çıkmıştı?

- Datça olum orası Can Yücel'in mekan.

- Ben Meltem'e evlenme teklif edicem.

- Allah'a inanıyorum da dinlere inanmıyorum, sanırım, galiba umarım..

- Şerefe demek eski Türklerde burada konuşulan burda kalır şerefin üzerine söz ver demekten geliyormuş.

- Yok beya ne üzülcem, arada hikayelerine bakıyorum (barışmak için fırsat kolluyor)

Her ne kadar fularsız entelektüelliğmizden ödün vermesek de neticede erkeğiz ve masada kadın yoksa, mağara duvarlarına resim yapmayı bırakıp taşları birbirine vurup çıkarttığımız ateşten sigaramızı yakıp klişeler etrafında döndüğümüz olmuyor değil. Erkeklerin yalnız kalınca varoluş sancılarının bu kadar sığ konular olması ayrıca düşündürücü sanki.

Sarhoş erkeklerin, futbol, din, siyaset, ve kadınlar derken kavga etmeyi unutup şişenin sonuna gelmeyi başardıkları nadiren oluyor. Bu anlarda önlerindeki tabakaların yanına, başları düşmesin diye usulca dayadıkları dirsekleri ve avuçlarında çeneleri olur. Ve eğer masa samimiyse en masum oldukları, sünnet öncesi çocukluk günlerindeki yüz ifadeleriyle o soruyu beklerler. Herkesin hayatında zaafı olan esas kızı betimleyen, eee senin şu, bu, o, hani neydi adı, bi kız vardı diyerek başlanan can alıcı soru...

Işıklar söner, telefonların sesi kısılır, kimse kendi arasında konuşmaz ve sahne onundur. Efkarlı olmasa bile hikaye illaki buğulu anlatılır. Herkes siyah beyaz izler filmi. Kadın oyuncu bazen kanatlı melek bazen boynuzlu şeytan olur, bazen değeri anneden sonra gelir bazen adını bile unuttum olur. Kadın aslında tektir, ama anlatanın promiline göre her akşam eline tutuşturulan senaryo değişir ve kadında başarıyla dinleyenlerin sabah adını bile hatırlamayacağı bir oyun oynar.

Bana beni tanıyan kimse soramazdı mesela seni. Çünkü sen herhangi bir soruya cevap olacak bir kadın değildin. Sen başlı başına bir soruydun ve herkes seni okuyup kendi hayatının şıkları arasında kaybolurdu kıyas yaparken. Herkes doğru cevabı bulduğunu sanarken ben soruda ne anlatılmak isteniyordaydım yıllardır. Masaya dönelim.

-İnce olsun şef, tek buz yeter, yok katma sek olsun.

Viski, sigara ve bir avuç badem, benimde keyfim bu. Uzun zamandır böyle keyifli geçmemişti sohbet. Lisede aynı hocadan tokat yiyen dostlardık. Birbirimizin hayatında çok uzun zamandır seyirciydik. Ama bu samimiyetin bazı zamanlar bizi birbirimize düşürdüğü de olurdu. Bazen birinin patavatsızlığıyla sohbet bölünür, kuru sıkı tabancalarla birbirine ateş edilir, kavga çıkar ve onları barıştırmaya çalışmakla geçerdi zaman. Sonra kavga edenler çoktan sırnaşıp başka konuya girmişken, barıştırmaya çalışanlar tarafların hangisinin haklı olduğu yönünde tartışmaya girer, gece böyle saçma ve çocuksu bir hal alırdı. Ama bu gece ben hariç hepsi kısa şortlu ve yatmadan sütlerini içip ezberledikleri iki duadan birini okuyan o masum çocuk gibiydiler. Benimse, birinci ve ikinci dünya savaşından çıkmış derken Kore sonra Vietnam'dan yeni dönmüş, yokmu başka savaş der gibi anlamsız bir sertlik ve ciddiyet oluşmuştu yüzümde. Çünkü az önce bir arkadaş benden alakasız bir sohbet esnasında, adını dile getirdi ve sırıttı! Tamam çocuklara vurulmaz! Ama sanırım o an bir Galata külhanbeyi bir de ben o bakışı atabilirdik!

- Ne var ya, ne dedik.. sende hemen.. alla alla...

- "Kaç cigaramız kaldı?" (Nur içinde uyu Ferhan Şensoy)

Ahhh ah, keşke ekşi ekşi tebessüm ederken o an, ders çalışacağız bahanesiyle birbirimizin evinde kaldığımız çocukluk çağlarında annesinin elinden yediğim o güzel yemekler aklıma gelmeseydi. Keşke o misafirliklerde aç yatsaydım da şu an elimdeki çakmakla oğlunun sakallarını yaksaydım! Neyse sevgi ve hürmet bazen herşeyin önüne geçebiliyor. Bu arada belirteyim bu kadar fazla benzetme ve öfke, masadaki aşıkların gazına gelip seni hatırlamam ve senli benli şeyler hayal ettiğim ve mahvedildiği için! Neyse zaten masaya baktığımda hepsinin yüzünde biraz seni görüyorum. Kadim dostlarım benim. Ama onlar hayatımın herhangi bir zaman diliminde başlayıp hayatımla bitecek olan kombineli yoldaşlar. Sen ne misafirsin ne yoldaş, ne akrep ne yelkovan, ne tarafa döndüğün bile belli değil hayatımda. Bazen geçmişteki bazen gelecekte yaşanmayacak anılarımızı hatırlıyorum. Bazen seni diğerleri ile karıştırıyorum, anılar birbirine giriyor, bir çok insan tek insan oluyorsunuz. O zamanlar isimsizleşiyorsun, bir kişi değil, bir şey oluyorsun. Şey tanımsız! Ama asla anlamsız değil. Belki de senin gözün onun saçı diğerinin teni belki de benim olan senlerin tek vücutta var olması, bilmiyorum. İlan etsem birçok kişi bana mı dedin yada benden bahsediyor diyerek üzerine alınır ama kimsenin üzerine yakışmaz. Kimsesiz bir kadına duyulan gelecek nostaljisi, bak bunu da kimse anlamaz! Böyle devam edersem sende anlamayacaksın.. Bir gün belki anlarsın ve o an umarım maçın son saniyesi olur. Çünkü seninle bir daha uğraşamam. Ne mürekkep yeter yazmaya ne de makara filmini çekmeye.

İşte az önce tam da böyle keyifli bir girdap zihnimi masadan döndürerek kaldırmıştı ki, arkadaş paçamdan yakaladı. Tamda son kadehimi kaldırmış o ağdalı sarhoş edebiyatıyla sessizce kendime senden bahsediyordum. Neyse bu gece de yarım kaldın. Devamını getiririm, belki başka bir akşamda belki başka bir hayatta..

Bu fotoğrafı çekerken, en azından aklımda kalan tek mısrayı yazayım, dilimizde akşamdan kalan bir küfürle..

"Bir gece sevgi duvarını aştık..."