Fotoğraf Hikayeleri - 5 (Kapılar)

17 HAZİRAN 4 dakika, 48 saniye 4 dakika, 48 saniye.

Hastane koridorlarının sonu her zaman camdır dışarıya bakar. Nedeni kederli refakatçilerin her volta dönüşü dört duvar arasından özgürlüğe kavuşan gözleriyle gökyüzünü görüp içlerine umut dolması, her volta dönüşü bir nefes alıp tekrar koridora dalmalarıdır. İki metrekare tek kanat açılan bir camdır bazen hayat dolduran yüreklere. Bir Volta dönüşü durdu, diğerlerinden biraz daha uzun sürdü bu bekleyiş, cama baktı silik bulanık kendi yüzünü gördü. 

Aslında baktığı cam değil, hastane lavabosunun daha yeni silinmiş parlayan aynasıydı. Ne ara gelmişti buraya...

Dünyanın en büyük barajını yapmaya ant içmiş göz çukurları, bir damla bile akıntıya izin vermeden göz çeperini yaşlarla doldurmuştu. Her şeyi bulanıklaştıran, görmesini engelleyen yine kendi gözleriydi. Ve o yaşları mahkum kılan, beyaz bir çarşafın altında kolunda serum takılı, bilinci ne kadar daha açık kalacak belirsiz ve kumral saçlarından tek bir tel dahi kalmayan yeşil gözlü güzel bir hâkimin sadece tek bir dileğiydi, ağladığını görmeyeceğim!

Neyi görmek istemeyen ile daha görmek istediği neleri olan arasındaki o savaş, yakarış, tebessüm, kabulleniş ve isyan. Milyonlarca insanın yaşadığı ve yaşayacağı hepsi de parmak izi gibi kendine ait acılar.

Umut, sadece çocuklarına koymak istedikleri bir isimdi halbuki. Nereden bilecekti tek görevi insanın içini neşeyle dolduran o kelimenin, atmaktan hala vazgeçmeyen kalbine, defalarca indirdiği baltasıyla gözü bağlı bir cellada bürüneceğini. Tekrar döndü asırlardır yürüdüğü koridora. O cellat bu sefer odaya girmesin diye, kendi canını vermek için hazır bir nöbetçi gibi devam etti yürümeye. Sekiz yıl önce ilk kez gördüğü kadınla şu anki kadın arasında öyle derin bir fark vardı ki, adam aynı ama iki kadın hiç tanışmamışlardı, birbirine yabancı iki kadın ve ikisine de bağlı bir adam. Ayrılıksa konu, kim bilir belki de en güzel ayrılıktı bu. İki kişiden biri gülerek ayrılacaktı bu serüvenden. Normalde iki taraf üzülür belki iki taraf umursamaz ya da ağızdan süzülen bir çift küfür olunurdu yollar ayrılırken. Sadece tek şekilde bir kişi gülerek gidebilirdi. Yaşadıklarına ve yaşayamadıklarına tebessüm ederek, yapmacık olmayan en çaresiz en içten gülümsemesiyle veda ederdi sevgilisine, yoldaşına...

Son günlerde yaşından daha yaşlı görünen bedenini camdan dışarı sarkıtırken sigarasından derin bir duman çekti ve ne kadar çabuk kabullendiğini düşündü. Birden yüzü ciddileşti yapılan son tedavi iyi gelmemiş miydi? Belki dedi yüzünde yara gibi bir gülümsemeyle ve düşsel cümlelerini tamlayamadan cellat tekrar indirdi baltasını umut dolu göz kapaklarına. Onkoloji hastanesi doktorlarının sadece acılarını azaltması için verdikleri ilaç sonucu değiştirmeyecekti.

Ölümün yüzünü gördükçe, yüzlerini hala aynada görebilen insanlara hayat bir lütuf gibi gelir. Kimine ise eziyet! İntiharı yaşadığı güzel anılara ihanet olarak gören insanlar için yorgun ve umutsuz bir boşluk. Ölüm maskesi kürekle yüzüne atılmadan önce, hayata tüm borçlarını ödemiş ve borçlanmamak için aldıkları her nefesi geri veren insanların sıkıcı bekleyişidir bazen hayat.

Kavuşmak üzere ayrıldığı o yeşil gözlü kadını uğurlamasının ardından 9 ay geçmişti. Binalar insanlar gibi değildi yeniden doğabiliyordu. Kentsel dönüşeme maruz kalan yüksek katlı binaların arkasında hayata direnen Muradiye mahallesinin yaşlı ara sokaklarında gezerken oturdu kaldırıma ve bir sigara yaktı. Dizine dayadığı dirseği ve çenesine yastık yaptığı avuçları arasından sigarasının dumanı süzülüyordu. Yüzünü çevirdi gözleri sonradan geldi, yorgundu. Arkasındaki kapılara baktı ve hatırladı. Aslında bilinçsizce geldiğini sandığı o sokağa hatıraları getirmişti onu adım adım. İkisinin de en sevdiği fotoğraftı, yan yana kapıların önünde o kaldırımda oturup poz verdikleri siyah beyaz bir fotoğraf. Şimdi gözlerinde o fotoğraf renkli fakat bir kapının boyası çoktan atmıştı artık.

Düşündü, aslında herkesin ayrı kapılardan aynı yola çıkıp tekrar ayrı kapılardan geri girdiklerini. Hayat denilen serüvenin, o kapıdan çıkmak ile geri dönmek arasındaki belirsiz süre olduğunu ve daha ilk adımı attığında son bulacağını, yürüyebildiğin kadarının senin olduğunu düşündü. Beraber yürüdükleri, gezdikleri, öğrendikleri, mutlu oldukları, üzüldükleri ve gördüklerini düşündü. Sigarasının son külü düşeli bir saat kadar olmuştu. Onu gördüklerinde sırtını kapıya yaslamış parmakları arasında kurumuş izmarit ve nefes alıp vermeyen dudaklarında bir gülümseme vardı. Belki de içeriden kapıyı açan yeşil gözlü kadın dolgun kumral saçlarını omuzlarına dökmüş pembe yanakları ile onu karşılamıştı.

Bu fotoğrafı hala ödünç aldığım nefesi geri verebilirken çektim.