Birey, Sınıf, Aşk Üçgeninde Martin Eden

07 ARALIK 5 dakika, 17 saniye 5 dakika, 17 saniye.

Martin Eden, söylendiğine göre Jack London’ın aslında kendisini yazdığı bir roman. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama bildiğim şey sınıfı ve sınıf çatışmasını, kitap ana karakteri Martin Eden’in gözünden çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermesi.

Çoğunlukla karşılaştığımız bir klişedir; fakir oğlan, zengin kıza aşık olur. Ya da tam tersi fakir kadın, zengin erkeğe aşık olur. Ve genelde burada bir mücadele başlar. Romanımızda bu mücadele diğerlerinden çok farklı olarak gelişir. Martin Eden, burjuva sınıfından bir ailenin kızına aşık olur. Ona ulaşabilmek için ekonomik olarak değil, bilgi sahibi olarak mücadele etmeye karar verir. Çünkü burjuva sınıfının değer verdiği şeyin maddiyat değil bilgi olduğunu sanır. Hikayeyi diğer “Zengin kız fakir oğlan” klişelerinden ayıran nokta da burada başlar.

Burjuva sınıfı dışarıdan bakıldığında kendisini kültürel anlamda geliştirmiştir. Bunun altında yatan neden ekonomidir. Çünkü gelir durumu iyi olan birey, aile veya sınıf, kendi gelişimi için zaman ve para ayırabilmektedir. Oysaki düşük gelirli kişiler bunu başaramaz. Martin, ekonomik gelişmeden ziyade işte doğrudan bu gelişime odaklanır. Aç gezer, kötü şartlarda yaşar ama kendini geliştirir. Gerçek bilgiye ulaştığı zaman ise burjuvanın bir balondan yani gösterişten meydana geldiğini, bilgiden uzak, kibir ve egodan beslenen bir grup olduğunu görür. Kendini ait olduğu toplumdan soyutlayıp, hayalini kurduğu topluluğun arasına girdikten sonra bunu görmesi bütün hayallerini, arzu ve isteklerini yerle bir eder.

Burada Martin Eden, toplumların sosyoekonomik durumlarının iyi olması gerektiği, bu şekilde bireylerin gelişimlerinin tamamlanabileceğinin tezini çürütmektedir. Buna diğer bir kanıt da kendisi gibi alt sınıfta oturan bir mahallede, bir arkadaşı tarafından götürüldüğü ve derin sohbetler ettiği bir gruptur. Felsefe, psikoloji, tarih ve diğer bilimlerle ilgili bu grup, burjuvaya ait değildir ama bir zamanlar burjuva içerisinde olanları vardır. Burjuvadan gelenler de bilgi ile tanışınca mevcut konumlarından uzaklaşmış, böyle bir şeyi istememişlerdir. Çünkü onlar da yapmacık dünyanın farkına varmıştır artık.

Martin Eden içinde bulunduğu sınıfın, yani yoksul ve gelişememiş olduğu için beğenmediği sınıfı ile içerisine girmeye çalıştığı burjuva sınıfını karşılaştırır. Kendi sınıfı onu olduğu gibi sever, kabullenirken, dahil olmaya çalıştığı sınıf onu kendi istedikleri kalıba sokmaya çalışır. Özellikle aşık olduğu kadın da bunun için çaba gösterir. Düzenli ama prestijli bir işe ikna etmeye uğraşır durur. Burada yazar bize de birer ayna sunar aslında; toplumun, bizleri, benimsemiş oldukları kurallara ve öğretilere göre şekillendirmeye çalışmasına tutulan bir aynadır bu. Her kim ki bu şekillendirmeden kopar, kendi yolunu çizerse benliğini keşfeder, içerisindeki potansiyeli ortaya çıkarır. Fakat bu beraberinde sistemden dışlanmayı getirebileceği gibi, bu dışlanma olmasa bile kişiyi yalnız ve kimsesiz hissettirebilir. Bunu yaşayanlarımız mutlaka vardır ve ne demek istediğimi çok iyi anladıklarını düşünüyorum.

Önceleri kendisini sürekli okumaya, yazım kurallarında geliştirmeye çabalayan Martin, kendisinde bir yazma yeteneği olduğunu keşfeder. Önce Ruth’un haberi olmadan yazar. Daha sonra bunları ona okumaya başlar. Fakat Ruth’tan istediği etkiyi bir türlü alamaz. Ruth, okulludur ve Martin için bu durum bir kıstastır. Kendi testini Ruth ile yapmaya çalışır. Oysaki yazıları beğenmemesinin sebebi iyi bir eğitim görmüş olduğu, yazılanların değersiz olduğu değildir. Aksine yazılanlar Ruth’u aşmıştır. Ruth'u rahatsız eden de budur: yazılanları kendi sınırlı bakış açısı ile anlayamayışı. Bunu kabul etmez ve bu yüzden beğenmez, beğenemez. 

Yazmaya başlayan ve bunda ısrar eden Martin, dergilerle uzun süreli mücadele verir. Birçok yazısı reddedilir. Kabul olanların ise parasını istediği şekilde alamaz çoğu zaman. Ama burada editörlere söyledikleri dikkatimi çekti. Onları başarılı olamayan, yazar ya da şair olamamış insanlar olarak görüyor ve aşağılıyordu. Bu yüzden değerli olanı anlayamaz, ancak ve ancak çürütürlerdi.

Martin Eden’in onca mücadelesi, onca çabası geç de olsa meyvelerini verir; yazdığı kitaplar başarıya ulaşır. Düne kadar aralarına girmeye çalıştığı fakat çoğu zaman dışlandığı sınıf, bu kez onu evlerine davet etmek, onunla dost olmaya çalışan insanlarla dolu olan bir hal alır. Burjuvanın bir diğer sahteliğini de burada görebiliyoruz. Statü sahibi olmadan önce vahşi olan ve dışlanması gereken kişi, artık önemli birisi olmuştur ve sevdiği, onu meslek sahibi olmadığı için terk eden kadın ve ailesi de dahil ona yakınlaşmaya çabalar. Kendi sınıfı ise onu halen olduğu gibi kabul eder.

Kitabın en vurucu sahnesi sonunda gerçekleşen olayda yatıyordu. Bütün bir hayatın hikayesiydi bu. İnsanın nereden geldiği, nereye gittiği aslında hiç önemli değildi. Önemli olan insanın içinde duyduğu o ateş, insanı diri tutan o devinim, acısıyla tatlısıyla içinde duyduğu yaşamın o muhteşem hissiyatı kaybolmuştu. Martin Eden bunu duyumsamak istedi ve bu ateşi yitiren Martin Eden, yolculuk ettiği gemiden kendisini denize bıraktı. O anda yeniden bir çırpınış onu kendisine getirdi. Şimdi yaşamaya çabalıyordu, o hissi tekrar duyabiliyordu.

Martin Eden’in anısını önünde saygı ile eğilirken, Jack London’ın bu mükemmel eserini okumaktan keyif duydum. İyi okumalar.

İBRAHIM BAŞEĞMEZ

Cinayet şirketi incelemesini de bekliyoruz :)

07 ARA 2020