6-7 EYLÜL’ÜN LANETLİ ANISINA…

13 MAYIS 6 dakika, 20 saniye 6 dakika, 20 saniye.


Annemin anlattığı çocukluk hatırası üzerine yazdığım kısa bir hikaye…
                                                                 ...

"Daireden her zamanki gibi saat beşi biraz geçe çıktım. Niyetim bir önce kendimi eve atmaktı. Soyunup dökünüp çoktan gölge vurmuş, hafif hafif de esmeye başlamış olan balkonda bir nebze serinlemeyi hayal ediyordum. Belki bir de az şekerli kahve ile günün yorgunluğunu atarım diyordum.

Ağustos sıcağı, akşamın o saatinde bile dayanılır gibi değildi. Son zamanlarda ulaşım için yakında emekliye ayrılacak olan tramvayı tercih ediyordum. Fakat hava öylesine sıcaktı ki bir durak daha dayanamadım ve kendimi, atıverdim dışarı. Kalan kısmı yürüyerek giderim diye aklımdan geçirdiğim esnada gözüme çarpan sahildeki çay bahçesinin rüzgardan dalgalanan brandası aklımı çeliverdi.

” Boş ver şimdi balkonu, kahveyi şurada içeyim hem de püfür püfür esen deniz havasını içime çekeyim, balkon kaçmıyor ya” dedim ve henüz boş olan çay bahçesinin denize en yakın masasına oturdum.

Gözlerim kapalı, denizden hafif hafif esen rüzgarın serin serin yüzümde dolaşmasını hissediyordum ki akşam gazetesi satan çocuğun sesiyle kendime geldim.

“ Yazıyor, yazıyor Yassıada davasını yazıyor”.

Çocuğa seslendim, cebimdeki son bozuklukları uzattım ve bir gazete aldım. Gazetenin ilk sayfasında duruşma salonundan fotoğraflar vardı. Menderes ayakta mahkeme heyetine bir şeyler anlatıyor gibi duruyordu. Diğer yargılananlar arkada öylece dizilmiş oturuyorlardı. Spor salonundan bozma mahkeme salonu tıklım tıklımdı. Aslında davayı izlemeyi bir süre önce bırakmıştım. Davanın seyrinden nasıl sonuçlanacağı üç aşağı beş yukarı belliydi. Çok ateşli bir savunucusu olmasam da seçimlerde Demokrat Partiye oy vermiş biri olarak, oy verdiğim o insanları bu şekilde yargılanırken görmeyi içim kaldırmıyordu ne yalan söyleyeyim… İsnat edilen suçların bazıları çocukları dahi güldürecek cinstendi.

Şahsen Menderes’i, ağır sorumluluğu olduğunu düşündüğüm tek bir olay yüzünden hiçbir zaman affedemedim. Bu particilik işlerinden soğumamın da sebeplerinde biri de buydu aslında…

6-7 Eylül olayları…

Önceden planlanmış olduğu pek aşikar olan, gayrimüslim vatandaşlara karşı düzenlenen organize kıyımın yaşandığı o lanetli günler.

Aslında olayların en yoğun cereyan ettiği yerlerden biri de o zamanlar yaşadığımız mahalle ve çevresiydi. Artık buna şans mı denir bilmiyorum, olaylar başlamadan bir gün önce, yani 5 Eylül’de bir kaç günlüğüne Kayınvalidemin Kumburgaz’daki yazlığına gitmek üzere İstanbul’dan ayrılmıştık. İyi ki de gitmişiz ki yaşanan vahşete şahit olmadık.

Kıbrıs’ın iyiden iyiye karışmaya başladığı zamanlardı. Albay Grivas EOKA örgütünü kurmuş ve şiddet olayları artmaya başlamıştı. Türkler karma köyleri terk etmeye başlamıştı.

Halk, bu olayların duyulmasıyla ayaklanmıştı. Meydanlarda büyük çaplı gösteriler yapılıyor

“Kıbrıs bizimdir” sloganları atılıyordu.

Yine o günlerden birinde, İstanbul Ekspres gazetesinin baş sayfasında, daha sonra yalan olduğu ortaya çıkacak bir haber yayınlanmıştı:

“Ata'nın Selanik’teki evi bombalandı.”

Bu haber bomba adeta etkisi yapmış, halk iyiden iyiye galeyana gelmiş. Başlarda masum başlayan protestolar, önceden örgütlendiği belli olan grupların ortaya çıkmasıyla çığırından çıkmış. Ne idüğü belirsiz bu gruplar, muhtemelen önceden belirledikleri Gayrimüslimlerin evlerine, iş yerlerine saldırmış, talan etmiş yağmalamışlar. Neler olduğundan bihaber insanların evlerindeki eşyalarını, dükkanlarındaki mallarını sokaklara saçıp, yakmışlar yıkmışlar. Pek çok gayrimüslim vatandaş hayatını kaybetmiş, bir o kadarı da yaralanmış. Bazı mahallelerde Müslüman ahali, gayrimüslim komşularını korumak için evlerinin kapılarına Türk bayrağı asıp, pencerelerinin görünür kısmına da Kuranlar bırakmış. Böylelikle saldırganları o evlerde Müslüman Türklerin oturduğuna inandırmışlar. Başta Beyoğlu ve Kurtuluş olmak üzere İstanbul’un pek çok yeri savaş alanına dönmüş.

7 Eylül sabahı bizimkileri Kumburgaz’da bırakıp İstanbul’a dönmüştüm. Evimizin bulunduğu Karaköy Hoca Tahsin sokağının o halini görünce gözlerime inanamadım. Sokağın her yanını kaplamış vahşet karşısında nutkum tutuldu, gözlerim doldu. Olduğum yerde dondum kaldım, kıpırdayamadım. Sokak, baştan başa akide şekeri ve renkli kumaşlarla kaplıydı.

Şekerci Vasili ve manifaturacı Serafim amcaların dükkanları yağmalanmış, içeride ne var ne yok yola saçılmıştı. Top top rengarenk kumaşlar, bakmaya doyamadığımız şekerler…

İçeride bir tane sağlam eşya bırakılmamıştı.

Vasili amcanın dükkanına doğru bakarken artık gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Çocukluğum gözümün önüne geldi. O mahalleyi, insanlarını o kadar çok severdim ki evlendikten sonra bile kopamamıştım.

Şekerci Vasili Amca bizim çocukluk kahramanımızdı. İkinci dünya savaşı henüz bitmişti. Yokluk yıllarıydı. Bırakın akide şekerini, çaya atmaya şeker alacak para yoktu. Vasili amcanın şekerci dükkanı her daim mis gibi şekerleme kokardı. Mahallenin bütün çocukları şimdi durduğum yerde durur vitrindeki rengarenk şekerlere bakar, beş paramız olmadığından sadece iç geçirir, yutkunurduk. İşte o anlarda Vasili amca elinde koca bir kese kağıdıyla dükkandan çıkar hepimizin avucuna taptaze akide şekerlerini doldurur, sonra:

“Haydin vre kaybolun bakalim! “ der, bizi kovalardı.

Sonradan öğrendiğimize göre Vasili ve Serafim amcalar ilk günkü saldırılarda yaralanmışlar. Olayı haber alan akrabaları gelip apar topar doğruca Selanik’e götürmüşler. Elli yıldır birlikte yaşadıkları komşularına, mahallelerine veda bile edemeden.

Evimizin tam karşısındaki apartmanda iki Ermeni kız kardeş otururdu. Kaç yaşında olduklarını bilemiyorum ama bizim çocuk gözümüze epeyce yaşlı görünürlerdi. İkisi de evlenmemişti. Birbirlerinden başka kimi kimseleri de yoktu. Dikiş dikerek geçimlerini sağlarlardı. Dükkanlardan hazır elbise almanın her yiğidin harcı olmadığı zamanlardı. Bu yüzden mahalleli bayram, seyran, düğün vs ne zaman yeni kıyafetlere ihtiyaç duysa, soluğu Madamlarda alırdı. İsimlerini hiç öğrenememiştim. Madamlar demek kolayımıza gelirdi. Vasili amca mahallenin erkek çocukları için nasıl bir kahramansa, Madamlar da kız çocukları için öyleydiler. Mahallemizin neredeyse bütün kızları dikiş dikmeyi madamlardan öğrenmişti. Madamlar diktikleri sipariş elbiselerden artan kumaş parçalarını biriktirir, işleri olmadığı zamanlarda pencereden kızlara seslenir, evlerine çağırırlardı. Mahalledeki herkes Madamları sevip saydığından kızlarının onların evine gitmelerinde bir sakınca görmezlerdi. Madamlar ve kızlar birlikte oyuncak bebeklere elbiseler dikerlerdi. Renkli renkli elbiseler...

Benim içinse Madamlar, Paskalya bayramında pişirdikleri tadına doyulmaz çöreklerin mahalleyi saran nefis kokusuydu…

Onlar da gitmişti...."

İBRAHIM BAŞEĞMEZ

6-7 Eylül olayları, bu ülkenin gerçekten de kara bir lekesi. Şahsen ben utanıyorum. Bir grup cahilin provakasyonu ile yaşanan olaylar... Lefter'in bile adadaki evine saldırmış, gözü dönmüş bir güruh olduğu söyleniyor.
Çok yazık gerçekten.

14 MAY 2021

CEMAL GÜRLEK

Bahsettiğim kişiler, olaylar gerçek. Sadece isimler farklı. Annemin 9 yaşındayken yaşadığı bir sahne... Gerçekten kara bir lekedir.

14 MAY 2021 İbrahim Başeğmez